Öcalan ile bir yıldır sürdüğü iddia edilen, kamuoyunun ise 20 Ekim 2024 günü MHP lideri Bahçeli’ nin Mecliste yaptığı ve bizler bir yana en yakın çevresini bile şaşırtan ‘Öcalan gelsin TBMM’ de konuşsun’ söylemiyle gündeme gelen sürecin en kritik dönemeci kazasız geçildi.
Öcalan’ın ‘silahları gömün, kurduğum PKK’ yi lağvedin’ çağrısıyla bugün artık yeni bir sürece, bir yanıyla yeni paradigmaya geçilmiş bulunuyor…
Süreç hangi yöne evrilirse evrilsin, klasik deyişle ‘bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…’
Aslında Özal’ dan başlayarak defalarca farklı adlar ve aktörlerin katkılarıyla pek çok kez müzakere masaları kurulup çeşitli nedenlerle dağıtıldı. Bu nedenle yabancısı değiliz bugün yaşananlara…
Ancak girişimler arasında 2015 yılında süreç tam sonuca ulaşıp mutabakat metni tüm televizyonların canlı yayınında okutulurken akamete uğrayan ‘Dolmabahçe mutabakatı’ var ki, gelecekteki olasılıkları hesaplamak için o gün yaşananları yeniden anımsamak gerekiyor…
Aşağıda Haziran 2015 seçimleri öncesi Nisan 2015’ te kaleme aldığım makaleyi paylaşmakta yarar gördüm…
Bölgede yaşananlar ve bugünkü ortaya çıkan iç/dış koşullar, dinamikler ortadayken ‘tarih tekerrür eder’ iddiasında bulunacak değilim…
Ancak o makalede yaklaşmakta olan seçimlerin ve seçimler öncesi ortaya çıkan anketlerin yaratacağı siyasi depremi, Erdoğan’ ın iktidarı kaybetme olasılığı karşısında nasıl bir strateji değişikliğine gitmekte olduğunu hatırlamamızda yarar var diye düşünüyorum…
**
Sahi ‘Masa’ neden devrildi?
Bir zamanlar “Kürt sorunu benim meselemdir, siyasi hayatıma mal olsa da çözeceğim” söylemiyle öne çıkan Erdoğan bugün “bu ülkede Kürt sorunu yoktur” noktasına savrulmakla kalmıyor.
Bir adım ötesine geçerek ‘Kürt sorunu var’ demek, resmen bölücülüktür” cümlesiyle sürece nokta koymuş görünüyor.
27 Şubat günü Dolmabahçe’ de iktidarın ağır toplarıyla aynı masa etrafında (birilerini tatmin edecekse masa değil sehpa da denebilir) bir araya gelen ve iktidara yakın medyanın bile “tarihi” olarak nitelendirdiği ortak açıklamayı birlikte yapan HDP’ lileri neredeyse taşlama pozisyonuna geçen yeni bir Erdoğan var karşımızda.
O Dolmabahçe görüntüsünü aradan 22 gün geçtikten sonra yerden yere vuran, neredeyse “ne müzakeresi?” diyecek kadar kafa karıştıran Erdoğan’ın bu keskin dönüşü konusunda herkes yer aldığı cepheye göre bir sürü yorum yapmakta.
Hükümet te yediği yumruklardan başı dönmüş boksör gibi abandone olmuş durumda.
Davutoğlu, Arınç ve özellikle Erdoğan’ a en yakın Akdoğan bile attıkları adımları, yaptıkları açıklamaları muhalefetten daha sert dille eleştiren “tarafsız” Cumhurbaşkanının söylemleri karşısında bir yandan kırılanları toparlama yerine geride bırakıp ricat ederken, toparlanması imkânsız durumu bırakın izahı, anlatmak bir yana anlamakta bile zorlanıyorlar.
Peki, bu duruma neden, nasıl gelindi?
Dediğim gibi herkes cephesine göre değerlendirme yapabilir ama objektif bakmayı bilen gözler için şaşılacak bir şey yok aslında.
12 yıldır yönetişim anlayışını dünyadaki başarılı örneklerden esinlenerek Türkiye koşullarına adapte eden ve son tahlilde Türk tipi başkanlığa Türk tipi pragmatizmle ulaşmayı hedefleyen Erdoğan’ ın başka türlü davranmasını beklemek şaşırtıcı olurdu.
Attığı her adımı kamuoyu yoklamalarıyla ölçen ve tepki gelmiyorsa ilerlemeye devam eden ama önemli her hamleden sonra eğer destek azalıyorsa geri çekilen veya durup fırtınanın dinmesini bekleyen stratejisini biraz da muhalefetin yetersizliği nedeniyle başarıyla sürdüren Erdoğan barış sürecinde de aynı taktiği deniyor.
Oslo’ dan başlayarak devleti oluşturan tüm dinamiklerin (bildiğimiz, bilmediğimiz tüm aktörlerden söz ediyorum) desteğiyle de süreci sahiplenen ve perde önündeki en önemli belirleyicisi durumuna gelen
Erdoğan bugün siyasi sahnede meşruluğu tartışılmaz HDP’ yi “terör örgütü yandaşı” olarak suçluyorsa, her şeyden önce o pragmatizmin Türk tipine dönüşmesiyle dökülmeye başlayan cilasını sorgulamamız gerekiyor.
Bir yandan Öcalan’ ın liderliğini kabul edip müzakere sürdürecek, BDP/HDP arabuluculuğunu destekleyecek hatta teşvik edecek, ama yaklaşan seçimdeki son anketler alarm verince dağdakileri bile siyaset sahnesine davet eden akıl, zaten siyaset yapsın diye seçilmiş halk temsilcilerine olmadık suçlamalarda bulunacak…
Ve süreç en zor virajlardan sonra bugün son düzlüğe doğru sağ salim gelmişken, büyük emekle inşa ettiğiniz barış kulesini üstündeki masayla birlikte bir hamlede yıkacaksınız.
İzahı zor gibi bir durum ama Erdoğan tipi pragmatizm adına hiç te şaşırtıcı değil.
Olan şudur:
Bırakın başkanlık için gerekli 330-400 arası Milletvekilini, tek başına AK Parti iktidarının bile zora girdiğini gösteren anketler ve o anketlerin ortaya serdiği hayli ilginç ama Erdoğan açısından bir o kadar riskli tablo var masada.
Bu tablonun gelecekteki olası yansımalarını Erdoğan bir yana, sokaktaki insan da biliyor…
İster “Dimyat’ a pirince giderken, evdeki bulgurdan olma” hali deyin, ister “gidip te gelmemek, gelip te bulmamak” diye atasözünü hatırlayın. 7 Haziran sonrası için sıralanan alternatiflerin içinde “gidişli” ihtimallerin payı hayli yüksek.
Bunun da en önemli nedeni, parti olarak seçime girme kumarını göze almış HDP’ nin barajı aşması halinde oluşacak yeni Meclis yapısı…
Demirtaş’ ın kemikleşmiş Kürt oyları dışında daha geniş kitleleri etkileyen söylemleri ve yükselen popülaritesi yanında, bugüne kadar BDP/HDP’ ye oy vermeyi aklının ucundan geçirmeyen pek çok insan Erdoğan’ ın kafa karıştıran gidişine dur diyecek tek formülün de HDP’ de düğümlendiğini görüyor.
Çözüm sürecinin 7 Haziran yaklaştıkça iki ayrı kutba, MHP ve HDP’ ye yaradığını, AK Parti’nin ise oy kaybına yol açtığını görüyor Erdoğan ve öncelikli hedef olarak ta Demirtaş’ lı HDP’ yi ne yapıp edip baraj altına çekecek hamleler yapmaya çalışıyor.
Aşağıda bana göre gerçekleşme olasılığı yüksek CHP %27, MHP %17 oy oranlarını sabit tutarak HDP’ nin muhtelif oy oranlarına göre AK Partinin çıkaracağı Milletvekili sayılarının nasıl değiştiğini gösteren bir simülasyona yer verdim. %1’ in bile Erdoğan’ ın geleceği bir yana ülkenin nereye doğru gideceğini belirlemesindeki etkisi gerçekten şaşırtıcı ama gerçek…*
Tabloda görüleceği gibi %9,9 oranıyla barajı aşmayan HDP sayesinde 311 MV alan AK Parti, CHP ve MHP’nin MV sayıları pek değişmezken HDP’ nin barajı aşmasıyla 43 MV’liği kaybedip iktidar için gerekli 277’ nin altına düşüyor. Hele HDP %13’ e yükselmesi yanında %39’a gerileyecek AK Parti’nin MV sayısı 248’e ancak ulaşıyor.
7 Haziran seçimlerinin 14 Mayıs 1950’ deki beyaz devrimden sonraki en önemli kırılmaya yol açacağı artık sır değil…
Ve 7 Haziran artık genel seçimlerden öte koca ülkenin hangi yöne gideceğini belirleyeceğimiz tarihi karar ve kader anı…
*olası Oy oranlarına göre Milletvekili sayıları…
AKP |
CHP |
MHP |
HDP |
%43 (311) |
%27 (144) |
%17 (95) |
%9,5 (0) |
%42 (268) |
%27 (138) |
%17 (90) |
%10 (54) |
%40 (253) |
%27 (139) |
%17 (95) |
%12 (63) |
%39 (248) |
%27 (138) |
%17 (96) |
%13 (68) |
O makalede dikkat çekmeye çalıştığım tablo aslında 45 gün sonra gerçekleşen 7 Haziran 2015 seçimlerinde gerçekleşecek büyük depremi haber veriyordu…
Sonrasını hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz…
İşte partilerin oy oranları ve çıkardıkları MV sayıları:
AKP %40,87 (258), CHP %24,95 (132), MHP %16,29 (80, HDP %13,12 (80)