Cumhuriyetin ilk dönemleri. Savaştan yeni çıkmış ve harabe halinde bir ülke. Anadolu'nun neredeyse tamamı okulsuz ve öğretmensiz. Mustafa Kemal Atatürk, yapılacak en büyük devrimin eğitimle olacağını ve asıl savaşın cehalete karşı yapılacağını bildiği için, buna yönelik adımlar atıyor. Bu sebeple; 1924 yılında Türkiye'ye davet ettiği ABD'li filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey, "Türkiye'de Eğitim Nasıl Olmalı" niteliğinde bir rapor hazırlıyor. Kırsal bölgelerde okullar açılarak toplum için yaşam merkezi haline getirilmeleri, böylelikle iş ve eğitimi birleştirme fikri planlanıyor. Mezunların aynı zamanda hem öğretmen, hem de toplum eğitmeni olması ile üretim ve eğitimin birleşmesi amaçlanıyor. Bunun üzerine ilk hareket olarak; askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden, öğretmen yetiştirip köylere gönderme projesi öneriliyor ve uygulanıyor.
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve himayesinde ise; Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç tarafından köy enstitüleri kuruluyor. Köylerde okuyup, bu okullardan mezun olduktan sonra öğretmen olarak çalışılması amaçlanıyor. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında okuma yazma oranı %5 ten bile az. Ayrıca nüfusun %80lik bölümü köylerde yaşıyor. Bu sebeple kırsal kesim ile eğitimi birleştirmek elzem. Öğretmenler köylere, hem okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak, hem de modern ve bilimsel tarım tekniklerini öğretecek. Kitaba ve deftere dayalı eğitim yerine "iş için, iş içinde eğitim" ilkesi amaçlanıyor.
Köy enstitülerinin içeriklerinden ve işlevlerinden de biraz bahsedeyim. Enstitülerin kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları ve atölyeleri mevcut. Derslerin yarısı temel örgün eğitim, geri kalanı ise uygulamalı eğitim. 1940 - 1946 yılları arasında köy enstitülerinde, 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getiriliyor. Aynı dönemde 750.000 fidan dikiliyor. Ayrıca öğretmen evleri, uygulama okulları, ambarlar, tarım depoları, balıkhaneler, yollar ve sulama kanalları yapılıyor. Okullar tarıma elverişli arazisi olan yerlerin yakınlarına kuruluyor. Köy enstitüsünü bitiren öğretmen sadece ilkokul öğretmeni olmuyor; aynı zamanda tarım, ziraat, sağlık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık gibi konuları da öğreniyor. Öğretmenler okullarını, gittiği yerdeki köylülerin işbirliği ile inşa ediyor; böylelikle devletin okul yapmasına da gerek kalmıyor.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, bakanlığı döneminde dünya klasiklerini tercüme ettirmeye de büyük önem veriyor. Köy enstitülerinde benim en hoşuma giden uygulama, öğrencilerinin her sene 25 tane klasik eser okumakla yükümlü olması. Ayrıca enstitülerde, öğrencilerin müzik aleti çalabilmeleri için eğitimler de veriliyor. Mesela Aşık Veysel, müzik derslerinde bağlama öğretiyor. Mandolin ise, taşınması ve öğreniminin kolay olması nedeniyle, okullarda sıklıkla kullanılan enstrümanlardan. Köy Enstitüleri kapatıldığı 1954 yılına kadar, 1308 kadın ve 15.943 erkek köy öğretmeni yetiştiriyor.
2. Dünya Savaşı sonlarına doğru, Sovyetler Birliği ve ABD arasında sıkışan ve Truman Doktrini ile birlikte, Türkiye'ye yapılacağı söylenen sözde yardımlara karşılık; başka ağır taleplerin yanı sıra, köy enstitülerinin kapatılması da isteniyor. Birçok tartışmanın ortasında kalan ve yavaş yavaş içi boşaltılan köy enstitüleri, dışa bağımlı siyasi hayatımızın miladı olan Demokrat Parti tarafından kapatılıyor. Sonuç olarak, Cumhuriyetin ilk dönemlerinin en özel projelerinden birisi olan köy enstitüleri; henüz yeterince gelişemeden son buluyor. Böylelikle toplumsal kalkınma, ulusal birlik ve bütünlük, bilimsel eğitim ve toplumsal gelişimin hedeflendiği sistemin kökleri zedelenip; çağdaş uygarlık hedefinden uzaklaşılmış olunuyor.
Bu konuya paralel olarak; Mustafa Kemal Atatürk'ün, köy enstitülerinin yanında mutlaka gerçekleştirmeyi amaçladığı "Çiftçiyi Topraklandırma Yasası" yani sonradan adlandırıldığı şekliyle "Toprak Reformu" üzerine de geniş çaplı düşünürsek, neler kaybettiğimizi daha iyi kavrayabilir; günümüz büyükşehirlerindeki saçma kalabalığa ve kaosa bakınca da yapılmak istenen şeyin önemini ve kaybımızın boyutunu daha iyi anlayabiliriz. Sonuç olarak; sağlam temellere dayalı bir eğitim sistemi olmayan her ülke gibi sömürülmeye başlanılan ülkemiz, her anlamda dışa bağımlı ve hala sömürü altında bir ülke olarak varlığını sürdürüyor.