Yaz yine geldi. İçi içine sığmıyordu. Emekli olduğundan bu yana çok sevdiği sahil beldesindeki yazlığa göç vaktiydi.

Otobüs yazlığa yaklaştıkça heyecanı da artıyordu. Nasıl artmasın ki; geçen yaz ayrılırken tavlada ağır bir hezimete uğramış, bu yetmiyormuş gibi bütün kış da telefonla bu ona sürekli hatırlatılmıştı. İntikam saati yaklaşıyordu…

Tabii ki sadece bu değildi. Yazlık arkadaşlarına kavuşacak, yürüyüş yapacak, denize girip yazlığın tadını çıkaracak... En keyifli tarafı da torunları gelecek ve uzunca bir süre onların cıvıltılarını dinleyecek, şen kahkahalarıyla kulaklarının pası silinecekti

Yazlık denize yakın sayılırdı; onun ağır aksak adımlarıyla on dakika…

Buraya gelince kış uykusuna yatan bir alışkanlığı uyanır, onu her sabah evdeki herkes uyurken erkenden uyandırır ve denize taşırdı. Bu bütün yaz boyunca hiç aksatmaz bunu, huy işte…

Denize girer; girer de öyle uzun boylu yüzmez. Yüz kiloyu bir hayli geçmiş ve kendinden önce giden kocaman göbeğini zorlukla taşıyan, hatta her adımda mızmızlanan bacaklarıyla kıyıdan bir kaç metre kadar ilerler, su göbeği hizasını biraz geçince boyun seviyesine kadar eğilir, bunu birkaç kez tekrarlar, biraz serinleyince kumsala döner. Belediyenin sahildeki duşunda çimdikten sonra, yanında getirdiği açılır kapanır sandalyeye, kilometrelerce yüzmüş bir insanın yorgunluğuyla oturur ve dinlenirken de sabah yürüyüşü yapanları seyreder.

Onun için günün en keyifli anları böylece su gibi akıp geçer.

Yine böyle bir sabahtı, denize girdi, birkaç metre ilerledi, hafif eğilip kalkarak deniz suyunun ferahlatıcı özelliğini tüm bedeninde hissetti. O kadar güzel geldi ki…  Havalar beter sıcaktı. Gece doğru dürüst uymak ne mümkün… Öyle olunca da denizin serinliği bir başka keyif veriyordu ve deniz banyosu uzadı da uzadı…

Yorulduğunun farkına varınca kıyıya dönmeye karar verdi. Daha ilk adımda sendeledi. Panik boş durur mu hemen ele geçirdi aklını ve bedenini.  Kendini toparlamak için telaşla attığı ikinci adım tabii ki daha dengesizdi ve o ağır beden boylu boyunca denizin içine yuvarlandı.

Bir anda her yer su oldu. Kalbi göğsünden çıkacak gibi çarpıyor, çırpınıyor ama panik içindeki telaşlı hareketleri doğrulmasına bir türlü olanak vermiyordu.

Başını suyun üstüne çıkaramadığı için sekiz on metre ötede sahilde yürüyüş yapan insanlara seslenemiyordu. Hoş o fırsatı bulsa sesinin çıkacağı da şüpheliydi. Sabahın bu erken saatinde denizde de kimse yok ki onun koca gövdesiyle çırpınışını görsün.

“Buraya kadarmış” diye düşündü; bir yandan kalkmaya, kurtulmaya yönelik çırpınırken…Ama yine de pes etmiyor, can havliyle ayaklarını delice zorluyor, tepiniyor, ne yazık ki bedenini kaldırmaya ikna edemiyordu bir türlü. Hiç olmazsa başını suyun üstüne çıkarabilmek için bir umutla kollarını bilinçsizce sağa sola sallıyor, kuma abanıyor, su bulanıyor ama baş su üstüne bir türlü çıkamıyordu.

Artık su yutmaya, ciğerleri patlayacak gibi dolmaya ve zihni hafiften bulanmaya başlamıştı. O an aklına ilk, karısı geldi, ardından çocukları, en çok da torunları… Onları göremeyecek, öpüp koklayamayacaktı. Denildiği gibi yaşam gittikçe solan bir film şeridi gibi akıp geçiyordu. Yavaş yavaş umudunu yitiriyor, şuursuzca hareket ettirdiği elleri yavaşlıyor, bacaklarını kıpırdatamıyordu bile…

İşte tam o anda eline bir şey değdi. Bir ip. Umudun diğer adı, bir ip... Var gücüyle bedenini o tarafa döndürdü, iki eliyle kavrayıp ve can havlinin yarattığı ek kuvveti kullanarak suyun içinde oturabildi. Artık başı suyun üzerindeydi ve sanki saatler sonrasında ilk kez hava soluyordu.

“Nefes almak ne kadar harika bir şeymiş!” İlk solukla birlikte aklından geçen ilk düşünceydi bu…

Biraz soluklandı. “Ne garip” dedi, sonra. Az önce her şey bitmişti; şimdi kaldığı yerden tekrar başlıyor. Plaj sınırını belirleyen dubaları sahile bağlayan bir ip sayesinde.

İpten güç alarak ayağa kalkmak istedi; olmadı, bir daha denedi yine olmadı.

Bu kez kıyıya doğru gitmenin yollarını aramaya başladı. Ayaklarını deniz dibindeki kuma uzatıp daha sonra bükerek ve ipten de kollarıyla çekerek sahile doğru zorlu bir yolculuğa başladı. Yarım metre kala kıyıya; gücü tükendi, üstelik deniz tabanı sahile doğru dikleşiyordu ve bacakları o taraftaydı.

Bir yandan dinlenip güç biriktirirken bir yandan da paniği bütünüyle def etmeye çalışıyordu. Sorun tamamen ortadan kalkmış değildi. Aklı devreye sokmak lazımdı.

Bir ses “yürüyenlere seslen, yardım iste” diyor. Başka bir ses zihninden, “ip elinde, biraz daha dinlen, kendin ayağa kalkarsın” diyordu.

Sabah yürüyüşündekilerden birinin dikkatini çekti. Yoldan kumsala inip yardım isteyip istemediğini sordu. Utandı ses çıkaramadı. Derken ikinci bir yürüyüşçü de işin içine girdi. O da aynı soruyu sorunca tüm cesaretin toplayarak; “ evet isterim, ayağa kalkmama yardım eder misiniz?” diye yanıt verdi; duyulur duyulmaz bir sesle.

Paçalarını sıvayıp denize girdiler, iki kolundan tutup ayağa kaldırdılar ve kıyıdaki sandalyesine oturttular.

İyi olduğundan emin olduktan sonra, onu orada bırakıp gittiler.

İyice dinlendi ve ardından yavaş yavaş duşa gitti. Her zamankinden daha fazla kaldı suyun altında. Yaşadığı ölüm korkusunu suya veriyordu adeta.

Hiçbir şey olmamış gibi eve döndü. Herkes kalkmış, kahvaltı hazırlanmıştı. Her zamankinden daha da neşeli bir şekilde sofraya oturdu. Karısına iltifatlar etti kahvaltı boyunca. Torunlarını sık sık yanına çağırdı, doyasıya öptü onları, kokularını içine çekti. Çocuklarını aradı kahvaltıdan sonra ve onları ne kadar çok sevdiğini söyledi…

Olan bitenden tek kelime etmedi.

Sonra… Sonra kararını verdi. Yarın sabah yine denize girecek, o keyifli saatleri yaşamaya devam edecekti, çünkü hayat her şeyiyle ve her şeye rağmen güzeldi…