Uzayda yaşam koşullarının önündeki en büyük engel, dünyamızın sahip olduğu atmosfer koşullarını yeni bir yaşam için gidilecek gezegende oluşturabilmektir. Bunun için belki de o gezegende nükleer bombalar bile kullanılacaktır. Türlü kimyasal reaksiyonlar sonucu, atmosferdeki gazların oransal dağılımı çok zorda olsa bir şekilde elde edilecektir. Çünkü insanın azminden kolay kolay bir şey kaçmaz.

Evrende uzaylılar var mı?

Bu kadar geniş ve her an ivmeli bir şekilde genişlemeye devam eden bir mekânsallığa sahip evrenimiz de; yaşamın sadece dünyada olduğunu savunmak çok komik bir iddiadır. Evreni bir çöl gibi metaforize (sembolize) edersek; dünya onun içindeki bir kum tanesi gibidir. Bu bilgiden hareketle evrende birçok yerde yaşamın varlığını kabul etmek rasyonaliteye ters düşmez. Ve kuvvetle muhtemel dünyadakinden daha gelişkin medeniyet düzeyine sahip canlı toplulukları da mevcuttur. Bizler varoluşu bencil bir tarzda, kendi algı ölçülerimizle ele aldığımız için, kendimizi evrenin merkezinde görüyoruz. Oysa bizim yaşam formumuzun dışında birçok farklı canlı formuna sahip medeniyetler de olabilir. Ve bu düşünceye işaret anlamında, tarihin gördüğü en büyük zekalardan biri olan matematikçi ve fizikçi Stephan Hawking ölmeden önce belli periyotlarla bilim insanlarını, insanlığı bekleyen iki önemli tehdit konusunda uyarmıştı.

1-Uzaydan gelecek herhangi bir sinyale cevap vermek.

2-Yapay zeka ile çalışan robotlar.

Hawking, bu iki tehdit için, insanlığı önce köleleştirip; sonra da sonunu getirebilir diye defaatle ikaz etmişti. Bunu da muhtemelen insanlıktan gizlenen bazı bilgilere dayandırarak temellendirmişti.

İnsan, iddia ettiği kadar ahlaklı bir varlık mıdır?

İnsanoğlu hiçbir zaman iddia ettiği kadar ahlaki bir varlık olmadı. Bu konuda nice peygamberler, filozoflar ve düşünürler uğraştılar fakat bir türlü insanlığı ahlakın edebiyatının yapıldığı düzeye, pratik anlamında çıkaramadılar. Çünkü çok temel bir sebep vardı ve bu kolay kolay aşılamayacak bir durumu kendi içinde barındırıyordu. İnsanın evrimsel sürecinde zekası kümulatif ve hızlı bir şekilde evrilirken; beyni ve psikolojik kimyası çok daha yavaş bir evrim sürecine maruz kaldı. Aradaki bu mesafe arttıkça insanlığın mutsuzluğu ve gayri ahlakiliği de arttı. Bu negatif süreci herhangi dışsal bir müdahaleyle tersine çevirmek şu an için pek mümkün değil.  Belki 200-300 yıl sonra beynimizin işleyişine dair bilgiler artıkça bu müdahale mümkün hale gelecektir. Fakat şimdilik insanlık bu konuda çaresiz.

Etik ve Ahlak arasındaki fark nedir?

Ahlak daha bireysel davranış kalıplarını kendinde barındırırken; etik ise daha grupsal bir itkinin ürünüdür. Etik usul veya biçimle ilgilenirken; ahlak ise esas ya da içerikle ilişkilidir.

Özetle anlatacak olursak; Etik doğru ve yanlış davranmanın teorisidir. Ahlak ise onun pratiğidir. Etik kavramı ilkeler söz konusu olunca devrededir. Davranış söz konusu olduğundaysa ahlak akla gelendir.

Dinler gelecek yüzyıllarda insanlık üzerindeki etkilerini kaybedecek mi?

Buna cevabımız hayırdır. Hatta bilim ve teknolojinin hakimiyetinin zirvesini yaşadığı günümüz dünyasında ve özellikle batı toplumunda, ruhlara, meleklere, cinlere inanan insan sayısının, artığını gösteren araştırmalar mevcut. Dinler toplum denen mekanizmanın daha düzgün işlemesi için görev ifa eden bir özelliğe de sahiptir. Hatta peygamberler de yaşadıkları dönemlerin toplum önderleridir. Tek tanrılı dinler, bireyin içsel huzurunu ve ahiret mutluluğunu hedeflerken; aynı zamanda toplumsal yaşamı düzenleyecek kuralları da bünyelerinde barındırırlar. Kuruluşlarından bu yana toplum ve dinler sürekli bir iç içelik halinde oldular. Ve bundan dolayı da toplum var olduğu sürece, dinler de bir şekilde varlığını idame ettirecektir.