2024 yılının son günleri yaklaştıkça gündem yoğunluğu baş döndürücü hıza ulaştı. Suriye’de yaşanan gelişmeler, terörist başına mecliste konuşma yaptırılmak istenmesi, Trump’ un seçimi, Narin kızımız, Yeni Doğan Çetesi, teğmenlerimiz, Ege Denizi’nde yaşanan sınır ihlalleri, ülkemizdeki yabancılar, Büyük Ortadoğu Projesi, Filistin’de yaşanan katliamlar, kayyum atamaları, kaz dağları, kamu kaynaklarının hesapsızca harcanması, kadınlara yönelik şiddet, hayvanlara yönelik şiddet, ekonomik dar boğaz, emekli maaşları, kira artışları, hastane randevuları, enflasyon oranları, memur maaşları, Milli Eğitimde bir garip işler …

Aklıma ilk gelen gündem konularını sizlerle paylaştım. Aslında bu paylaştıklarımın her biri başlı başına bir gündem oluşturur. Demokrasisini içselleştirmiş, çağdaş ve hukukun üstünlüğüne inanan ülkelerin, bizlerin yaşadığı gündem karşısında tepkileri oldukça farklı olurdu. Bizler ise yaşanılanlar karşısında umursamazlığımızla dikkatleri üzerimize çekiyoruz. Ne olursa olsun normal geliyor bizlere. Ölüm, kalım, afet, sefalet, rezalet, ihanet, …

Sinirleri alınmış çiğ köftelik et gibi ezile ezile yoğruluyoruz toplumun içinde…

 Adalet makamlarında, sağlık kuruluşlarında, maliyede, tarım ve ormanlarda, vs derken uzun süredir olağan dışı hareketliliklerin görüldüğü milli eğitimden de bahsetmeden geçmek olamaz.

Milli Eğitim işleri, üzerinde uzun süre düşünülmesi gereken, geleceğimiz yönünü tayin etmesi bakımından uzun vadeli politikalarla yönetilmesi gereken, istikrarlı ve yenilikçi işlerdir. Son çeyrek yüzyıla baktığımızda ise Milli Eğitim işleri sık sık politika değiştiren, yönetime gelen bakanın ömrü kadar gelecek vaat eden işler haline dönüşmüş olarak kabul edilebilir. Milli eğitim işleri toplumsal mutabakatı sağlamalıdır. Toplum içerisinde ayrıştırıcı değil birleştirici rol oynamalıdır. Toplumun her kesimini kucaklayıcı olmalıdır. Bir mevsim buketi gibi çok renkli ve uyumlu olmalıdır.

2024 yılı sona ererken, Milli Eğitim işlerinde tartışması süren bazı konulara değinmek istiyorum:

Mülakatla öğretmen atamaları, öğretmen maaşları, Milli Eğitim Akademileri, ÇEDES projesi, Okullara imam ve müezzin görevlendirmeleri, yönetici atamaları, Öğretmenlik Meslek Kanunu, ücretli öğretmenlik, usta eğitici sorunları, öğretmene şiddet, okullarda hizmetli sorunu, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, …

Bu konular içinde son günlerde gündeme oturanı ise öğrencilerin, “millî, mânevî, ahlâkî, insânî, kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak” amacıyla manevi danışmanlık adı altında okullarda imam, müezzin ve kuran kursu hocası görevlendirmeleri yapılmasıdır. Okullarda danışmanlık hizmeti veren rehber öğretmenler ile Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersini veren öğretmenler varken hiçbir pedagojik formasyonu olmayan kişilerin görevlendirilmesi düşündürücü ve yasalara aykırı bir durumdur. Okullarımızda eğitim öğretimin kamu görevlileri aracılığıyla ve İhtisas sahibi kişiler tarafından yürütülmesi esastır. Bu esasa rağmen vaizlerin, imamların, kuran kursu öğreticilerinin okullarda görevlendirilmesi eğitimde laiklik ilkesini yok saymaktadır. Okullarımızda alanında ihtisas sahibi rehber öğretmenler ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri varken ve ayrıyeten atama bekleyen binlerce öğretmen varken,okullarımızın ihtiyacı olmayan ve okul iklimini olumsuz etki edebilecek bu görevlendirmeler eğitimde yine ince hesapların yapıldığını göstermektedir.

Unutulmamalıdır ki:

Adında ‘MİLLİ’ olan iki bakanlığımız vardır. Biri milli savunma diğeri milli eğitimdir. Bu bakanlıklar siyaset üstü ve ‘ulusal politikalarla’ yönetilmek zorundadır. Bakandan bakana değişen politikalar ülkemize ve geleceğimize zarar vermektedir. Yönetim değişikliğiyle birlikte değişmeyecek, uzun soluklu uygulamalar hayata geçirilmelidir.

 Son söz olarak:

‘İnsanlar sadece maddi değil, özellikle bu maddi kuvvetin içerdiği manevi kuvvetin etkisiyle yapıcıdırlar. Milletler de böyledir. Manevi kuvvet özellikle bilim ve inançla yüksek bir biçimde gelişir. Öyleyse hükümetin en verimli ve en önemli görevi eğitim işleridir. Bu yolda başarılı olmak için öyle bir program izlemek zorundayız ki, o program milletin bugünkü haline, toplumsal ve hayati ihtiyaçlarına, çevre koşullarına, çağın gereklerine uyum sağlasın, onlara uygun olsun. Bunun için çok büyük, ama hayali ve karışık fikirlerden uzak durup gerçeğe derinliklerini görerek bakmak, dokunmak gerekir.’ (M.Kemal ATATÜRK)