“Bizim zamanımızda”, “Eskiden”, ya da “Bir zamanlar” diye başlayan tümceler, gençleri güldürür ve “Yine mi?” dedirten tavırlar göstermelerine neden olur, yaş alanların da “Önce dinle,” diyen bakışları yüzlere yansır…

                İkisinin de haklı yanları vardır aslında.

                “Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse,” diye bir söz de var kültürümüzde.

                Öz söylem çıkaracak olursak bunlardan; Gençler, yaş alanların tecrübelerinden yararlanmalı, yaşlılar da değişenlere ve gelişenlere uyum sağlayabilmeli…

                Gelelim somut duruma;

                Toplum için asıl olan EĞİTİMDİR!

                Söylemler, söylemlerin sunuş biçimleri, sosyal iletişim ve katkılar, yararlılıklar, daha iyiye, daha güzele ve daha doğruya yönelimi belirleyen, o ülke insanlarının aldıkları eğitimin yansımalarıdır diyebiliriz. Hatta halk arasındaki söylemle olmak üzere; oturma, kalkma, konuşma, dinleme biçimleri de işte bu eğitimle belirlenen kültürün ifadeleridir.

                Türk milleti, tarih boyunca aldığı eğitimlerle her zaman ve her durumda gereğini yapmak için mücadele etmiş, başarılar elde ettiği gibi istemediği durumları da yaşamıştır.

                Toplumun temel iki direği olan eğitim ve sağlık alanları, ne acıdır ki emperyalistlerin de ağızlarını sulandıran iki cazibe alanlarıdır.

                Dün İstanbul’da Saraçhane’de dört yüzün üzerindeki örgütlenme; ailemiz ve çocuklarımız temelli bir miting yaptılar. “Toplumsal cinsiyet,” denilen, alfabemizdeki yirmi dokuz harfin bile açıklamaya yetmediği LGBT+ olarak simgeleştirilen baskıcı, yönlendirici, aile kavramını hiç etmeye çalışan, elma şekerli zehri ülkemize ve mazlum ülkelere ihraç etmeye çalışan, emperyalist parçalama ve yok etme çabalarına “Dur” dediler. Bu konuda yasa istediler. LGBT uyutmacasına karşı ancak ve ancak bu faaliyetlerin YASA ile karşı çıkılabileceğini açıkladılar.

                Çocuklarımızın, gençlerimizin ve aslında en gerçekçi olarak torunlarımızın gelecekleri tehdit, tehlike ve acılarla görünmektedir… Çocukların, gençlerin samimiyetle, güven içinde, dayanışmalarla, rahat yaşayabilecekleri her türlü olanağı yaratmak görevi öncelikle bizlerindir. Eğitim sisteminindir. Yönetenlerimizindir. Beğenmediğimiz yönetenleri değiştirmek görevi de yine bizlerindir.  

“Yaşama sırası,” alan çocuklarımızın ellerinden tutmak görevi de bizimdir. Üzülmek, insani bir duygudur. Ağlamak gibi, feryat etmek gibi. Çaresizliğin öfkesini kusmak gibi…

Ancak, her durumda çözüm vardır. Kaybettiklerimize rağmen… Acılarımızı toprağa gömmemize rağmen, gökyüzünde feryatlarımızın yankılanmasına rağmen…

“Ateş düştüğü yeri yakar,” sözünün de eksik olduğunu Narin, Narince, Narincemiz olayında bir kez daha gördük…

Yalnızlaştırma amaçlı, bencillik güdümlü, güvensizlik aşılı, teknoloji tarafından esir alınmış canlılar olarak biz insanlar, tüm bu olumsuzlukları topyekûn mücadelemiz ile bertaraf edebiliriz.

İstiyor muyuz?

Samimi miyiz?

Şikâyetlerden vazgeçtik mi?

Özlemini duyduğumuz ve sıklıkla seslendirdiğimiz Köy Enstitülerini taktirle ve hâlâ anımsıyor muyuz?

Demek ki son adıma gelmişiz…Mücadele alanlarına çıkmaya. Durumları düzeltmeye…

İlkokuldaydım. Annem dahil Bayburt’ta sinema aboneleriydik. Filmden çıktıktan sonra genellikle şöyle bir değerlendirme yapardık; “Film o kadar güzeldi, o kadar güzeldi ki, ağlaya ağlaya bir hal olduk…”

Ağlamayalım…Üzüntüler yaşamayalım…Çözüm bulalım… Gülerek yaşayalım…