“Bizim zamanımızda” ortaokul Türkçe ders kitabında “Bakmak ve Görmek” başlıklı bir okuma parçası vardı…
“Şimdiki zamanda” ise “Büyük fotoğrafa bakalım,” tümcesi yer almakta…
Okuma parçası; Varlıklara bakabildiğimiz ancak göremediklerimizin de olabildiğini anlatan bir ana fikre sahipti.
Şimdi ise, hani o “At gözlüklerini çıkar,” diye seslendirdiğimiz var ya işte tam da o biçimde bakabildiğimiz ve yine göremediğimiz gerçekliklerden söz edilmekte.
Olaylar, oluşlar çok hızlı olmakta, gelişmekte ya da sonlanmakta. Yetişmek ne mümkün…
Anı, anda yakalayarak değerlendirmek ne kadar yanlış ve eksikse, araştırmadan, incelemeden hüküm vermek de aynı oranda yanlıştır, yanlıdır.
Bakmak ama görmemek, günlük yanlış değerlendirmelere sebep olduğu gibi, hemen her gün farklı bir değerlendirme yapmaya da neden olmaktadır.
Suriye ile olan komşuluğumuz, dostluğumuz, bölge ülkesi ayrıcalığı artık yok!
Stratejist Aleksandr Dugin’in yaptığı son değerlendirmelere göre Türkiye iki dostunu kaybetmiştir; Rusya ve İran!
MİT Başkanı ve Dışişleri Bakanı HTŞ elebaşı bölücü ve gerici HTŞ lideri Covani ile aynı arabada birlikte olabilmişlerdir.
Suriye’nin devrilen Esad yönetimi hemen “Zalim ve zulüm” sıfatlarını almıştır…
Akl-ı Selim davranmak yerine anlık tutumlar, söylemler ne bizim ne de bölge ülkelerinin yararınadır. Suriye etnik ve dinsel olarak çoğulcudur. Alevi, Sünni, Kürt, Arap, Hristiyan… Yapısal olarak da aşiretler ve kabileler toplulukları vardır.
“İsrail ile savaşmayacağız,” diyen bir HTŞ lideri, “Fırat’ın doğusu bizim batısı onların,” diyen bir PKK sorumlusu, Terör örgütlerini topraklarından kovmaya çalışan aşiretler ve kabileler topluluğu, Golan tepelerini sonsuza kadar sahiplendiğini söyleyen İsrail…
Böyle bir ortamda kim, neyi, nasıl, ne zaman toparlayabilir? Yönetim (Nasıl bir yönetim olacaksa…) ülke topraklarının zenginliklerini AB-D’ye peşkeş çekmenin yollarını mı aramaktadır? Bölgemizdeki bu sancılar bizi etkilemeyecek mi?
Ülke yönetmek sıradan mıdır? Dokuz yüz on bir kilometrelik sınır komşumuzdaki bu çalkantılar bizi nasıl etkiler dersiniz?
İlk günün sarhoşluğuyla “Yaşasın, Suriyeliler ülkelerine dönüyor,” dendi ama henüz sınır kapılarında erimeler olmadan, “Bu gidişler kontrol amaçlıdır, duruma bakacağız, uygun olursa kesin dönüş yapacağız,” diyenler mi dersiniz, “Dönmeyi düşünmüyoruz, işimizi kurduk, orada neler olacağını bilmiyoruz,” diyenler mi dersiniz, ya da bir uzmanın “En ciddi dönüş YÜZ YIL sonra olacak,” deyişini mi dersiniz…
Bütün bunlar ne anlama geliyor peki?
2011 yılından beridir ülkemize gelen ve bana göre sayıları sekiz milyonu bulan Suriyeliler burada kalmaya devam edecekler.
Savaştan kaçtıklarını söyleyenler, şimdilerdeki durumun savaştan beter olduğunu hemencecik görecekler ve oturdukları yerde oturacaklar. Haaa, bir de Suriyelilerin bizlere sağladıkları (!) ekonomik güç meselesi var ki evlere şenlik…Memleketimizde, milletimizden çalışacak adam kalmadı da Suriyeliler giderse ekonomi çöker derecesine geldik neredeyse… yazık ki ne yazık…
Durum ciddi…
Sadece bakmak yeterli değil. Hem bakacağız hem göreceğiz ve hem de çözüm üreteceğiz…
Yoksa mı?
Yazmama gerek var mı?