Önceki makalede kiracı MİP’ in liman büyütme adı altında Atatürk parkı önüne inşa edilecek 176 bin 335 metrekarelik platform ((164.490 m2 konteyner limanı dolgusu + 11.845 m2 kurvaziyer liman dolgusu) projesinin hayata geçirilmesi halinde Mersinin kazanım ve kayıplarını ele almaya çalıştım..

Kaldığım yerden devam edeyim:

ÇED dosyasına göre Mersin Kruvaziyer ve Konteyner Limanına “İlave Dolgu ve Yeni Bir Kurvaziyer Liman Yapımı” işlemlerini kapsayan ve konteyner elleçleme kapasitesini arttırmayı hedefleyen proje aslında yeni değil..

2007’ de liman işletmesini 36 yıllığına üstlenen MİP mevcut limanın doğu bölümünde  123.677 metrekarelik alana sahip ilave dolgu alanlarının yapılması için 28 Eylül 2009 tarihinde ÇED Olumlu kararı alan bir dosyayı tamamlayıp işe koyulmaya hazırlanmıştı..

Ancak zaman içinde yeni platform inşa projesinde yer alan kendi ifadeleriyle;

“1. Genişleme alanı kapsamında yer alan 27.912 m2’lik alan inşası tamamlanarak işletmeye açılırken geriye kalan 95.765 m2 alanda yapılacak dolgu maliyetinin uygulanabilir limitler dışında olduğu tespit edilmesi sebebi ile bu alanların yapımından vazgeçilmiştir

Mersinin siluetine zarar vermeyecek, kentin görünümünü etkilemeyecek kentle barışık bir uzlaşma anlamına da gelen o genişleme projesinden neden vazgeçilip Atatürk Parkının önünün konteyner dağıyla katledilmesi tercih ediliyor?

Yanıt basit ve hazırlanan proje dosyasında yanıtı var zaten:

“dolgu maliyetinin uygulanabilir limitler dışında kalması”

Bir başka ifadeyle limanın doğusuna doğru genişleme daha pahalıya çıkacağı için batıya doğru genişleme tercih ediliyor…

Kentin hafızası yok edilmiş, deniz ile olan bağı koparılmış ne gam!

Yeter ki kiracı daha çok kazansın, yeter ki rantiye ürkmesin…

İşleyen bir hukuk sisteminde anında durdurma kararı verilecek, vicdan sahibi herkesin karşı çıkacağı proje, açılan davaların bilirkişi marifetiyle kaybedilmesi sonucu bugün çevreye ve kentine sahip çıkmaya çalışan insanların çabalarını boşa çıkaran, umutların tükendiği bir noktaya gelmiş bulunuyor…

Oysa çelişkilerle dolu ÇED dosyasında yer alan bilgilere göre bakın Mersin 4 yıl boyunca neler çekecek ve 4 yılın sonunda denizdeki doğal yaşamdan kent siluetine kadar nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağız?

Atatürk parkı önündeki deniz üzerinde yaklaşık 180 bin m2 alanın kazanılması için 4,3 milyon ton (ÇED dosyasındaki veriyle 4 milyon 284 bin ton) dolgu malzemesi çevredeki taş ocaklarından getirilip liman batısındaki rıhtıma paralel alana boca edilecek…

Bu iş ne kadar sürecek?

En iyimser tahminle ve ÇED dosyasını hazırlayanlara göre  48 ay…

Her ay 90 bin ton, her gün 3570 ton taş ocaklarından çıkarılacak malzemeyle Atatürk parkı önü doldurulacak…

48 ay boyunca, her ay 25 gün ve her gün 10 saat kabul edilerek bölgedeki taş ocaklarından bir seferde 25 ton taşıyacak kamyonlar zaten kaos yaşayan Mersin doğu girişindeki trafiği iyice içinden çıkılmaz hale getirecek…

36 damperli kamyon, her Allahın günü 143 kez kent trafiğinin içinde yer alacak…

36 kamyonun her birinin 4 sefer yapacağını ön görüyor ÇED dosyasını hazırlayanlar…

Oysa aynı dosyada tüm emisyon değerleri ve çevreye olası etkiler 20 kamyona (ÇED dosyası sayfa 32) göre hesaplanmış…

20 kamyon ile 36 kamyonun havaya salacağı kirlilik aynı mı?

ÇED dosyasının kendi içindeki bu çelişki bile başlı başına yargının bozma nedeni değil mi?

**

Atatürk parkı önüne kondurulacak 176 bin metrekarelik platformun oluşturulması çevreyi daha da önemlisi liman bölgesindeki denizde mevcut habitatı nasıl etkileyecek sorularını duyar gibiyim..

Çevrecilerin uyarıları bir yana MİP’ in sipariş ettiği ÇED dosyasından okuyalım;

“Mersin Limanı Genişletme çalışmalarının deniz ekosistemi üzerinde yaratacağı etkiler olmakla birlikte yukarıda verilen önlemlerin alınması durumunda sürdürülebilir ve doğal ekosistem üzerinde minimum etkinin meydana geleceği bir durum söz konusu olacaktır.

Proje kapsamında oluşacak bulanıklığın kısa veya orta süreli etkilere neden olacağı ve askıdaki katı madde yükünün dibe çökmesi sonrasında etkisinin yok olacağı düşünülmektedir. Projenin inşaat ve işletme aşamalarında, denizde bulanıklık ve su kalitesindeki değişikliğin deniz ekosistemine etkisinin minimum seviyede tutulması için de titizlik gösterilecektir.

Projenin inşaat aşamasında dolgu malzemesinin ilavesi ve tarama esnasında denizel alandaki aktif canlılar alandan uzaklaşırken (Balıklar ve benzeri aktif harekete sahip canlılar) hareketsiz olan, kendisini bir şekilde zemine bağlamış olan canlılar ise bu durumdan zarar görebilmektedir..”

Filmin fragmanında “yeterli önlemlerin alınması halinde doğal ekosistemin minimum etkilenmesi” sloganları atılsa da, gerçek sonraki cümlede faş edilmiş…

Diyor ki dosyayı hazırlayanlar; “hareket edebilen canlılar kaçacak, zemine bağlı canlılar ise mevta…”

Peki, 48 ay boyunca 4,3 milyon ton dolgu malzemesinin, o malzemeyi taşıyacak 200 bin kamyonun tozunu, dumanını bir milyon Mersinli niye ve ne uğruna çekecek?

Onu da ÇED dosyasındaki fayda analizi bölümünde bulmak mümkün:

“Konteyner içi boşaltma doldurma işlerinin gerçekleştirilmesi planlanan sahada, yılda toplam 3,6 milyon konteyner yükünün elleçlenmesi yapılabilecektir.

Konteyner içi doldurma boşaltma işlemi Mersin Limanı işletmecisi MIP tarafından taşeronlar eliyle gerçekleştirilecektir. “

Meramlarını yeterince özlü biçimde anlattıklarına göre ilave söz söylemeye gerek var mı?

Diyor ki liman kiracısı; “liman sahasına dikeceğim 176 dönüm alan tamamlandığında artık tüm konteyner elleçlemesini tutacağım taşeronlarla kendim yapacak, geliri de kendim alacağım..”

Kiracı kârı almaya alacak ta o kiracı şirketin ortakları kimler ve kazançlarını ne yapacaklar?

Şirketin yüzde 50’ sinin Singapur, yüzde 40’ ının Avustralya’ lı olması kente ve hatta ülkeye neyin bırakılacağının da yanıtı aslında…