Önceki iki yazımızda toplumun temel direklerinin eğitim ve sağlık olduğunu, toplum için genel geçer değil süreklilik arz etmek durumunda olduklarını, değişen iktidarların her durumda sadece geliştirmek anlamında eklemeler yapabileceklerini ısrarla ve örneklemelerle anlatmıştık.

                İyi, güzel, doğru, amma bunların gerçekleşmesinin de gerekleri olduğunu, eğitim ve sağlık temellerinin de temeli olanı biliyoruz; ÜRETMEK!

                Üretirsek;

                Kendi kendimize yeteriz,

                Eğitim ve sağlık sistemimizi varoluş kültürlerimize uygun ve süreklilik sağlayacak biçimde koruruz ve kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda geliştiririz,

                Üretmenin verdiği hazla ve karnımızı doyurduktan sonra dış dünyayla “Karşılıklılık ve eşitlik” esasına göre alışveriş yapabiliriz,

                Değişen ve gelişen koşullara uygun olarak ve zenginliklerimizi var olan işgücümüzle arttırarak üreten, gelişen, örnek ülkelerden biri oluruz…

                Peki aksi durum?

                Her ne kadar olumsuzlukları öne çıkarmanın doğru olmadığı kanaatindeysem ve yaşam da bunun örnekleri ile doluysa da belirtmekte ve ders çıkarmakta yarar vardır!

                Gereksinimlerimizi dışarıdan, pahalı, dış güçlerin istediği zamanlarda ve koşullarda, yine dış güçlerin istediği merkezlerden temin etmek zorunda kalacağız, kalıyoruz,

                Bu dış güçlerin tarihin derinliklerinden beridir, düşmanlıklarını, gelişmemizi istemediklerini, bağımlılığımızın artmasından haz duyduklarını, kendimize yetme konusunda sürekli engel olduklarını, atacağımız her adımda izin almak durumunda bıraktıklarını vb. yediden yetmişe her birimiz bilmekteyiz!

                Mahkûm muyuz?

                Mecbur muyuz?

                Tutsak mıyız?

                Hem evet hem hayır!

                İktidarlarımız seksen beş milyona güvenmek zorundalar, Cumhuriyet kültürünü geliştirmek zorundalar, ayaklarımız üzerinde durabileceğimizi görmek zorundalar!

                Görmüyorlar mı?

                O zaman halkın iktidarını kurmak gerektiğini de halk bilmek zorunda…

                **

                1968 devrimci ruhunun simgelerinden ve kendilerini milleti için feda eden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan aramızda olmaya devam ediyorlar.

                Onlara olan sevgimiz, saygımız, inancımız sürüyor, sürecek. Samimiyetlerini ve fedakârlıklarını görüyor, inanıyor ve seslendiriyorsak o zaman gereğini yapalım!

                “Seviyorum,” demenin yeterli olmadığını, mücadele alanlarında olmamız gerektiğini, söz değil iş yaparak göstermemiz gerekiyor…

                Onlar, dünya insanlık tarihine geçtiler, onurlu yerlerinde insanlık var oldukça örnek olmaya devam edecekler…

                Haydi o zaman gerçek anlamda sevgimizi ve saygımızı öz olarak samimiyetimizi gösterelim!

                Işıklar, onların ışıklarına götürecektir bunları…