Bütün inanç ve düşünce tarihi şu üç soruya cevap arayışına indirgenebilir… denirse temelsiz ve kaba bir iddiacılık olmaz.
1)Ben kimim? varlığıma kaynaklık eden güç kim veya ne?
2)Nereden geldim?
3)Nereye gidiyorum? akıbetim ne olacak?
Bu üç varoluşsal müşkülpesent (çözümü zor) soru ve sorunlara ‘’Ontolojik Bütünlüğe’’ dayalı cevap arayışı, dinlerin doğuşuna, felsefe ve bilimin ortaya çıkmasına nedensellik boyutuyla kaynaklık etmiştir.
Tarihsel süreç içerisindeki Peygamberlik kurumuyla bireysel-toplumsal psikolojik kaoslara çare olarak sunulmuş reçeteler, dönemselliği itibariyle de büyük oranda başarı sağlamıştır. 
(Psikanalist Carl Gustav Jung, dinleri insanoğlunun geliştirdiği en sistemli psikoterapi ekolleri olarak görür. Sübjektif bir yorumla ifade edecek olursak, insanlık tarihi boyunca bu üç soruya en tatmin edici cevabı veren kişiler Muhammed Peygamber, onun ardından ise Çile insanı İsa Peygamber gelmektedir.) 
Fakat peygamberlerin yaşadıkları içsel aydınlanma ve eriştikleri derin varoluşsal farkındalığı insanlara anlatmakta ve aktarma da yaşadıkları zorluklar, üstlendikleri değiştirici ve dönüştürücü özelliklere sahip toplum önderliği misyonları, etkilerini büyük oranda, yaşam süreleriyle sınırlamıştır. (Hz.Muhammed, Hz. İbrahim, Hz. İsa, ve Hz. Musa peygamberler müstesna)
Ancak yukarıda ismi geçen peygamberlerin de insanlık tarihinde gerçekleştirdikleri devrimler, Mücadele ettikleri düzen ve iktidar odakları tarafından, fikirlerinin asli gayelerinden uzaklaştırılıp mesajlarının işlevsiz hale getirildiğine tanıklık etmekteyiz. (İslam’ın Emevi yorumu, Hrisiyanlığın Roma yorumu gibi)
Diğer yandan Felsefeyse (Sokrates öncesi dönem ve Sokrates sonrası) olmak üzere iki dönem olarak değerlendirmeye tabi tutulur. Pre-Sokratik dönemdeki (İ.Ö. 6.y.y-İ.Ö.5.y.y) Felsefe Pre-Sokratik filozoflar, insandan çok insanın doğayla girdiği duyusal ilişkilenmeden dolayı ortaya çıkan olgular ve fenomenlerin geleneksel/mitolojik açıklamalarını daha rasyonel açıklamalar yapmak adına reddetmiştir. 
Her şeyin nereden geldiği, niçin bu kadar çok farklılık/çokluk olduğu ve doğanın matematiksel olarak nasıl izah edilebilir olduğu gibi sorular sormuşlardır. Bu dönem cevapların değil soruların revaç bulduğu bir evredir. 
Felsefenin fenomen ismi Sokrates’e zemin hazırlanan bir dönem olarak ta adlandırılabilir. Sokrat’ın da 35 yaşına kadar doğa felsefesiyle ilgilendiğini fakat bu tarz bakış açısının çözüm olmayacağını görüp; ‘’İnsanın Kendini Bilmesi’’ ve bunun nasıl olacağına dair düşünmeye başladığını okuyoruz tarihi metinlerden. 
Sokrat’ın bu felsefik bakış açısı değişikliği, beşer tarihinin en büyük fikirsel devrimlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. Çünkü İnşa ettiği felsefe, söylem ve eylem birlikteliği(praksis) özelliği sayesinde kendi döneminin ve kendinden sonra gelecek filozofları derin bir şekilde etkisi altına almıştır.
‘’İnsanın kendini bilmesi’’ kavramı aslında bahse konu üç sorunun cevaplarının aranmasının ‘’Mottolaşma’’ halini de ifade etmektedir.
Platon, Aristo, Diyojen Zenon, Epiktetos , Marcus Aurelius, Seneca, Pascal, Montaigne, Descartes, Kant, Hegel, Arthur Schopenhauer, Goethe, Soren Kierkegaard, Sartre, Martin Heidegger ….adını zikretmediğimiz binlerce dahi felsefecinin yaşamları boyunca cevaplarını bir ölçüde buldukları bu soru soru(n)ların  cevaplarının insanlığın varoluşsal sancılarını dindirmede, dinlerin yaklaşımları kadar etkili ol(a)madığını ifade edip; kendi görüşümüzü beyan edelim:
Bu soru(n)ların genel geçer cevaplarına ve çözümlerine erişmek pek mümkün olmayacak… Çünkü Homo Sapiens’in evrim sürecinde, ki bana göre (YARATICI’NIN EVİRDİĞİ BİR EVRİM) Zekası çok hızlı ve  kümülatif  bir evrim dinamiğiyle gelişirken;  beyninin ve psikolojisinin görece daha yavaş bir evrimsel sürece tabi olması…
Aynı zamanda bu evrimsel ivme farklılığı, özelde bireyin, genelde insanlığın mutsuzluğunu doğuran en önemli sebebe bürünmüş durumdadır. Bir psikolog olarak mesleki  gözlemlerimi referans alarak bu cevabı zor soruların insan türü üzerindeki psikolojik baskısını ve bu baskının etkilerini şu şekilde cem edip ifade edebilirim:
Bu soru/sorunlara dair çözüm sürecinde ortaya çıkan depresif ve anksiyetik duygu durumlar (Negatif Enerjisel Birikim) İnsanlık ailesinin ortak Psişesine, (ruh) Arketipsel bir kalıtıma bürünüp; günümüze kadar gelmiş ;geleceğe de aktarılmaya devam edecek şekilde tezahür etmekte.
Ve bu konu hakkında, maalesef ki insan türünün en hassas kalpli, en latif ruhlu ve en müdakkik zihinlerinin dahi yapacak pek bir şeyi yok gibidir…Ancak burada değerli olan şey bu sorulara cevap arayışıdır.  Çünkü İnsanoğlunun dünya gezegenini ele geçirişi ve belki Fezaya taşınışının hikayesi de bu süreçte mündemiçtir. (içkin)
Son olarak şunu ifade edip bitirelim. Din-Bilim-Felsefe birlikteliğine dayanan çözümler ancak günümüz insanının varoluş sancılarını hafifletebilir veya dindirebilir.