“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine” dedi Nazım Hikmet
Bir zaman da Abidin Dino’ya “Abidin, mutluluğun resmini yapabilir misin?” diye sormuştu yine Nazım Hikmet.
Geçmişimiz de bize “Her şey insanlar için,” diyor…
Öyle mi gerçekten? Yoksa insanlar, sözlü ya da yazılı olarak ifade edebildikleri için mi yaşadıklarını ya da yaşananları?
Doğa olayları herkesi ve her şeyi etkiler. Sel, yangın, deprem, kar ve dolu yağışları…
Ağaçlar köklerinden sökülür, evler yıkılır, dereler bentlerini aşar, hayvanlar telef olur, insanlar ölür ya da yaralanır…
“Her şey insanlar için,” söylemi eksik kalıyor demek ki…
Bana mı öyle geliyor yoksa gerçeklikleri mi yaşıyoruz?
Henüz yüzyılların felâketinin acılarını dindirmemişken ve henüz yaralar sarılmaya devam ederken, acılara acılar katılmakta… Erzincan’daki toprak kayması olayında, bu satırlar tuşlanırken henüz sonuç alınamamıştı. Kayıplarımız için çaba göstermeye devam ediyorduk. Tek umut, beş işçinin konteynırda ve 3 işçinin araç içinde ve bir işçinin de yine başka bir araçta olduklarının tespitiydi. Deprem enkazının altından altı gün sonra çıkarılan ve hayata döndürülen canlarımızı düşünerek umutlanıyoruz…
Yakınlarımızı kaybediyoruz ve acıları paylaşmaya çalışıyoruz. Ya da çare olabilir miyiz diye yollar arıyoruz. Ve sevinçlere ortak oluyoruz hemencecik…
Yaşam ya da yaşamak nasıl bir şey?
Nasıl bir durum?
Nasıl bir geliş-gidiş?
Tanımı yapılabilir ya da resmi çizilebilir mi?
“Günlük” mü yaşamalı acaba?
Ya da yüzyıllar sonrasını düşünerek ve torunlarımızın torunları için hazırlıklar yapmayı amaçlayarak ve planlayarak mı?
Bencillik mi yapmalı ya da toplumsal etkinliklerle geleceğe taşınmayı mı hedeflemeli?
“Bir ağaç gibi tek ve hür” olmak ve “Bir orman gibi kardeşçesine” yürümek mi geleceğe?
Yaşam, acılarla yoğrulması mıdır mutlulukların yoksa?
Ya da fedakârlıkların sonucu mudur huzur?
Vatan toprağımızda olmanın rahatlığı mıdır yoksa?
“Yaşamak güzel şey be kardeşim…” diyen ve romanını yazan Nazım Hikmet’le tamamlayalım o zaman.
Her şeye rağmen…