Sen, sözcüklerden çok sessizliğinle anlatırdın kendini. Az konuşur, ama suskunluğunla içime işlerdin. Kelimelerin yetmediği yerde, suskunluğunla dünyaya bir şiir gibi dokunurdun.
Senin sözlerinde zaman, kör bir bıçak gibi bilenirdi alınlarımızda. Hayat, yarım kalmış kitaplarda tamamlanamayan bir cümle gibiydi.
Ve kar yağardı… Sessizliği gibi, derin ve örtücü. Acının, özlemin, belki de bir vedanın habercisi.
Yaklaşık 4500 yıl önce yazılmış dünyanın en eski aşk şiirini okuyorum. Sümer Kralı Su-Sin ve rahibe eşi Kraliçe Enlil arasında yaşanan aşkı anlatan. Sen mitolojinin derinliklerinden çıkıp gelen bir aşktın…
Şimdi, Alahan'da öpüştüğümüz mağaraya yaslanmış, Göksu vadisini izliyorum.
Ve susuyorum, bıraktığın izlere bakarak. Gözlerinin içinden geçen mevsimleri, yüreğimizde bıraktığı soğuk ama unutulmaz kışları hatırlıyorum. Sen, sözlerinle değil, suskunluğunla konuşmayı seçen biriydin. Ben H. İzgören'in söylediği gibi "susarak anlıyordum" seni.
Bir sabah, gözlerimi açtığımda adımı unuttuğumu fark ettim. Bir zamanlar bana fısıldanan sevda sözleri bile, sisler ardında kaybolmuştu. Belki de kaybolmak kaderimdi; tıpkı Orpheus’un Eurydike’yi kaybettiği gibi, belki de bir tanrının unuttuğu eski bir efsaneydim.
Rüzgâr, kaderimi fısıldıyordu dağların doruklarından. Bir sevda türküsünde vurulmuş, bir kış masalında donmuş, bir çöl düşünde kaybolmuş gibi hissediyordum. Kimdim ben? Hangi mitin unutulmuş kahramanı? Belki Narcissus gibi kendi yansımamda eriyip gittim ya da Pygmalion'un mermeri gibi kalbime sıcak bir dokunuş bekliyordum.
Kar yağıyordu. Şehir öylesine beyazdı ki, tüm anılar bir örtüyle siliniyordu sanki. Oysa biliyorum, bir zamanlar bir yerde, birinin gözleri benim için yıldızları kıskandıran bir ışıkla parlıyordu. Ama zaman, aşkları unutturan bir nehir gibi akıyordu; Lethe’den içmiş gibiydim.
Derken, kaldırımlarda bulduğum kendi kalbimle yüzleştim. Kim bırakmıştı onu oraya? Hangi fırtına savurmuştu? Belki Afrodit’in laneti, belki de büyücü tanrıçası Kirke’nin alaycı bir oyunu… Ama anladım ki, bu kalp hâlâ atıyordu, hâlâ bir aşka tutunuyordu.
Götür onu, dedim rüzgârlara. Savurun, yeni bir efsaneye, yeni bir masala… Ama bir gün, eğer bir tanrı bize merhamet ederse, bir sabah yeniden bul beni. O zaman anılarda değil, gerçekte yaşayalım. Ve bu defa, adını hatırlayayım.
Susuyorum… Ve kar yağıyor.