İlk yazımızda beynin bilgileri algılama metodolojisini MAVİ BEYİN PROJESİ ışığında siz değerli okuyucularımızla paylaşmıştık. Bugünkü yazımızda ise bilincin ‘Ne‘liğine değineceğiz.
Bilinç genel ifadesiyle, bireyin kendisinin içsel deneyimlerine, çevresine ve öteki kişiler ile birlikte bir bütün olarak içinde yaşadığı evrene ilişkin farkındalığı, yaşanan varoluşsal tecrübelenmenin kendiliğinden doğan, kişinin yoğun bir farkında olma durumudur. Ya da düşünen öznenin (birey) kendisine dönüp, kendisini kendi öz düşünceleriyle kavraması ve kendisine bir ‘öteki’ gibi bakabilme durumu olarak da ifade bulabilir.
Doğrudan tanımlanması bazı güçlükleri ihtiva ettiğinden (sözgelimi sübjektif olması) daha ziyade dolaylı yollardan yapılmakta.
Bilinç, insan beyni ve evren arasındaki ilişkiden ortaya çıkar ve bu ikilinin ilişki dinamiğinin fazlasını ifade eder. Haliyle insanın bu iki fenomene dair bilgisinin şu an için çok kısıtlı oluşu da doğrudan tanımlanmasının önündeki en önemli engeli oluşturur. (Belki de türümüzün zeki bireyleri için 2-3 asır sonra bu sorunu çözmek kolaylaşacaktır.)
Tarihsel akış içerisinde Zihin Felsefesiyle uğraşmış ve bilinci tanımlama gayretine girişmiş hemen hemen bütün düşünürlerin tespitleri iki ana yaklaşım altında kategorize edilebilir. Nesnel/Dışsal gözleme dayalı ve Öznel/İçsel gözleme dayalı kuramlar olarak ikili bir tasnife tabi tutulabilir. Bu fikirsel çatallanmadan kaynaklı üzerinde uzlaşı sağlanan bir tanıma erişmek güçleşmiştir.
Bu alanda fikir çilesi çekmiş felsefeciler; John Locke, Rene Descartes, Daniel Dennett, David Chalmers ve Fizikçi-Matematikçi Roger Penrose ileThomas Nagel… Bu büyük dâhilerin bazılarının kısaca fikirlerine değinip konuyla ilişkili olarak kendi görüşlerimizi deklare edeceğiz.
John Locke: Bilinç kavramına bugünkü terimsel anlamını kazandıran kişidir. 1689 yılında ‘’İnsan Anlağı Üzerine Bir Deneme’’ isimli eserinde bilinci, kişinin kendi zihinsel durumlarıyla ve içe bakış yöntemiyle dolaysız olarak farkında olması, olarak tanımlamış, bilinci öznelci bir yaklaşımla ele almıştır.
David Chalmers: Bilinçle ilgili düşüncesi “kolay” ve “zor” problemleridir. Kolay problem, bilinç deneyimi olmaksızın sinir/hücresel olayların doğasını anlamadır. Bir dereceye kadar bu soru yanıtlanmıştır. Bunlar arasında; "beyinde paralel bilgi işleme nasıl oluşur?", "Bellek nasıl depolanır ve geri çağrılır?" ve "Seçici dikkatte hangi mekanizmalar devreye girer?" gibi sorulara kısmen cevaplar oluşturulmuştur. Zor soru ise, bilincin genel açıklamasını içerir. Nasıl fiziksel dünyadan bilinç doğar? Niçin bazı sinir hücresel olaylar bilinçli deneyimle sonuçlanırken, diğerleri sonuçlanmaz? En önemlisi de bilinç denilen şey nedir?
Roger Penrose: 2021 yılında Nobel Fizik ödülü sahibi Roger Penrose, ‘Kralın Usu’ isimli 3 ciltlik kitap serisinde ve daha sonra bu seriye devam niteliğinde ‘’Kralın Yeni Usu’’ eseriyle (Bilinç, Yapay Zeka ve Bilişim dünyasına dair ufuk açıcı perspektifler sunmaktadır.) Penrose’a göre Bilinç, fiziksel olarak yanına yaklaşılması gereken bilimsel bir olgudur. Tanımlamadan ziyade tarif edilmesinin daha uygun olacağını belirterek, aktif ve pasif olarak iki kısma ayırır.
Renk ve armonilerin algılanmasını farkındalıkla birlikte pasif olarak kabul ederken, bilincin özgür irade ile iş görme yeteneğini de aktif kısmı olarak ele alır. Anlayışı bu ikisi arasına yerleştirir ve farkındalıkla anlayışın ayrılamayacağını, eğer farkındalık olmazsa anlayıştan bahsetmenin anlamsız olduğunu belirtir. Bilincin tanımını farkındalık olarak kabul eder. Yine zekâyı da anlayışla ilişkilendirir.
Thomas Nagel:1974 yılında yayınlanan makalesi “Yarasa gibi olmak nasıl bir şeydir?” bilinç alanında çığır açıcı fikirlere kaynaklık etmiştir (günümüzde bu alana dair en çok atıf yapılan kaynaktır). Bir insanın "yarasanın bakış açısını" alarak yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal edebileceğini, ancak bir yarasanın yarasa olmasının nasıl bir şey olduğunu bilmenin hala imkansız olacağını savunmaktadır. "
Nagel, "Bir organizmanın ancak ve ancak o organizma olmanın nasıl bir şey olduğu varsa bilinçli zihinsel durumlara sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bu sav bilinç çalışmalarında "standart 'nasıl bir şey' deyimi" olarak özel bir statü kazanmıştır.
Bize göreyse; Bilinç yedi basamaktan oluşan sistemin bütünüdür.
Evren ve insan arasında ilişkilenmenin sonucunda ortaya çıkan bilgilerin bazılarının olduğu gibi bazılarının değiştirilip kabul gördüğü bir farkındalık mekanizmasıdır.
1- Hayal Sistemi: Bilincin mekân algısını oluşturan kısımdır. Hayal gücümüzü kullanarak çalışır.
2- Düşünce sistemi: Bilincin zaman algısının oluştuğu kısımdır. Yedi temel duygunun (Korku, üzüntü, öfke, tiksinti, utanç, coşku ve şaşkınlıktır.) meydana geldiği kısımdır. Düşünceleri kullanarak işler bu sistem…
3- Akıl Sistemi: Tefekkürün oluştuğu sistemdir. Hayal sistemi ve Düşünce sisteminden gelen bilgilerin işlendiği kısımdır. Mantığın hakim olduğu bilinç kısmı…
4- Onay Sistemi: İlk üç sistemden gelen bilgilerin netleştiği kısımdır.
5- Anlayış Sistemi: Basiret ve anlayışın aktif olduğu bilinç aşamasıdır.
6- Taraf Hissetme Sistemi: Düşünsel taraftarlığın, ideolojik yaklaşımların gerçekleştiği kısımdır. Kişiliğin oluştuğu kısımdır.
7- Netleştirme Sistemi: Tüm sistemlerden gelen verilerin derin farkındalıkla ortaya çıktığı sistemdir.
Yazımızın giriş ve gelişme kısmında Batılı düşünürlerin, fikir ve görüşlerine yer verdik.
Biz daha çok kadim doğu felsefesinin (Hint, Uzakdoğu, İslam Tasavvufu) Dimağ (Bilinç) hakkındaki görüşlerini açıklayıcı ve doğruya daha yakın kabul ediyoruz. Dolayısıyla düşüncelerimizi ifade ederken Doğu felsefesinin konu ile ilgili görüşlerini argüman olarak değerlendirdik...